Çocukluğumun geçtiği küçük ilçemizde genel olarak mutlu bir yaşantımız vardı. Öyle ya, ülkemiz bir cihan savaşı geçirmiş, düşmanları yurdumuzdan atmış, bağımsızlığımızı korumuştuk.
Yoksul ama gururluyduk. Babası veya eşi harpte şehit düşmüşler bile bir buruk sevinç içindeydi, ilçemizde epey de gazi vardı. Kiminin ayağı yoktu, kiminin kolu.
Bunlardan bir tanesi de Yılbaşı çavuşuydu. Asıl ismini kimse bilmezdi. Herkes onu YILBAŞI ÇAVUŞU diye çağırırdı. Sağ gözünü, sağ kolunu, sağ bacağını kaybetmişti. Yoksulluğuna rağmen biz çocukları nerede görse mutlaka şeker, ceviz veya benzeri yiyecekler vermeden geçmezdi. Çok az konuşan yılbaşı çavuşunu herkes çok severdi.
Âilemizde, babam, dayım, amcam öğretmen, dedem tahrirat kâtibi idi. Biz altı kardeş, hepimiz de okuyorduk. Amcamızın oğlu Rusihi ağabey ise yüksek eğitim için Fransa'ya gitmişti. O, tatillerde gelince sülalede bayram olurdu. Anlattıklarını can kulağıyla, ağzımızın suyu akarcasına dinlerdik… Fransızlar ona, kısaca RUSİ diyorlarmış.
Bir Fransız beyefendisi ile aynı ortamda bulunmak bizi çok etkiliyordu. Bir gün:
-Amca dedi. Yılbaşı geliyor. Ne düşünüyorsun?
-Ne düşüneceğim yeğenim. Geliyorsa gelsin!
-Öyle deme amcacığım. Yeni yılı karşılamayı düşünmüyor musun?
Biz çocuklar hep beraber başladık:
-Ne olur baba, ne olur?!
BEN, HER ŞEYİ HAZIRLARIM!
-Bak gördün mü amcacığım. Çocuklar da istiyor. Merak etmeyin. Ben her şeyi hazırlarım!
Ve ailece, kutlamaya karar verdik. O gece bütün çocuklar yeni kıyâfetlerle sokağa çıktık. İlçede bu şeref bizim sülaleye aitti! Hepimiz zevkten dört köşeydik. Oyunlar oynanıyor, fıkralar anlatılıyor, kahkahalar yükseliyordu.
Bir ara Rusuhi ağabeyim ayağa kalktı. Elindeki şerbet bardağını havaya kaldırdı. Başını arkaya attı:
-Yuuuuhiü, yuuuhiii yaşasın!...
Ancak, daha fazla devam edemedi. Kapı çalınmıyor adeta tekmelerle kırılmak isteniyordu:
-Hayırdır İnşaallah. Kimdir böyle gece yarısı?
Hepimiz olduğumuz gibi kalakalmıştık:
-Buyur, buyur çavuş. Hayırdır inşâllâh!
Yılbaşı çavuşu dediğimiz gazi tek ayağının yerine kullandığı bastonunu yere vura vura içeri girdi. Onu ilk defa bu kadar korkunç görüyordum. Köprmüştü. Babama dönerek:
-Muallim bey, muallim bey. Senden muallim olmaz. Olsa olsa SENDEN İYİ BİR VATAN HAİNİ OLUR!
-Ne diyorsun. O nasıl lâf? Hele bir otur, soluklan!
-Oturmak mı? Senin hanene bundan böyle oturmam. Oturanla da konuşmam!
-Keşke hakaret etseydin. Keşke yüzüme tükürseydin. Keşke sizi gavurun gününü, gavurlar gibi kutlarken göreceğime sol yanımı da düşman götürseydi!
Durum anlaşılmıştı. Rusuhi ağabeyim:
-Ne beis var bunda? Biz gâvur mu olduk şimdi? Bir yıl bitiyor bir yeni yıl başlıyor. Biz onun için eğleniyoruz!
-Siz ikiniz de muallimlersiniz. Talebelerinize kurtuluş savaşını anlatırken bu savaşın topla tüfekle kazanılmadığını, bu savaşın iman gücü ile kazanıldığını anlatmıyor musunuz?
BAŞKASINA TÜRK, KENDİNE FRANSIZ!
-Şu elindeki bardağı şerefe diye kaldıran mahdumunuz Fransa da öğrenecek başka şey bulamamış mı? Oradan ilim getirseydi, icat, makina getirseydi. Derdimize derman olacak ilaç getirseydi! Gavur insana yarayacak merhem verir mi? Aha böyle gavur bayramının nasıl olacağını öğretir gönderir.
Rusuhi ağabey:
-Fransızlar böyle kutlamıyorlar ki. Onlar çam dikerler. Dibine hediyeler koyarlar. Bir de Noel babaları var; ev ev dolaşır, hediye dağıtır. Biz yalnız aile içinde eğleniyoruz.
-Efendi... Efendi... Bugün sen bu eğlenceyi başlattın. 50 sene sonraki nesil çam diker. Bugün kağıttan tombala oynat, 50 sene sonra kumarın daniskası girer. Bugün kendi aranızda eğlenin, 50 sene sonra kızlarınızı, gelinlerinizi çıplatıp göbek attırırsınız. Bu zehir azar azar girer. Bir daha da çıkaramazsınız!
-Canım, babam var iken sen ne karışıyorsun?
-Bana bak gavur benzetmesi! Sen iki ayağının üstünde madamlarla gezerken ben bastonla helâya gitmeye çalışıyorum. Sen saçını Fransızlar gibi süslerken beni görenler kaçıyor. Sen gavurların bayramını onlar gibi kutlarken, o gavurlar senin bayramında sana topla tüfekle saldırıyorlar, kadın kız bebe demeden katlediyorlar!
ÇAVUŞ NEDEN AĞLIYORDU?
Odada bir sessizlik oldu. İlk defa tek gözüyle ağlayan birini görüyordum. Yılbaşı Çavuşu, hem de sesli sesli, bağıra bağıra ağlıyordu.
-Bana neden Yılbaşı Çavuşu diyorlar biliyor musunuz? Beş sene askerlik yaptım. Kar demedim, kış demedim. Yalnız Allah dedim, vatan dedim, İslâm dedim, Gece gündüz gâvurlardan kurtulalım, ezanları susturmayalım dedim. Muharebe ederken şu bayramını kutladığınız Fransızlara esir düştüm. Derken onların bayramı yılbaşı geldi. Beni şehrin kalesinde Fransız işgal ordusunun iç hizmetinde kullanıyorlardı. Bir akşam sizin şimdi yaptığınız gibi masaları donattılar, içkileri açtılar. Bana da kırmızılı beyazlı bir elbise giydirdiler. Başıma da bir şapka taktılar. İşaretle, çat pat öğrendikleri Türkçe ile akşam yapacakları eğlencede istediklerini getirtiyorlardı; her şey hazırdı. Derken diğerlerine göre daha iyi Türkçe bilen bir Fransız subayı:
-Şu kapıyı aç. İçeridekilerden her birimize birer tane getir! dedi. İşaret ettiği yere gidip kapıyı açtım. İçeride elbiseleri çıkartılmış 6 tane yaşları 17-18 gibi olan Türk kızları vardı. Çırılçıplak soyulmuşlardı! Elleri ile vücutlarını kapatmaya çalışıyorlardı. Gözlerinden yaş oluk gibi akıyordu. Bana bakarak yalvarıyorlardı.
TÜRK'TEN MÖSYÖ OLUR MU?
-Ne olur mösyö. Bize acı. Verme onların ellerine!
- Bana neden mösyö dendiğini anlamamıştım. Sonra üzerimdeki elbisenin farkına vardım. Bu bana giydirdikleri kıyafet Hristiyanların Noel babalarının kıyafeti idi. İçerdekiler de seçilmiş güzel Müslüman Türk kızlarıydı. Benden kendi Müslüman kızlarımızı ellerimle onlara peşkeş etmemi istiyorlardı. Gözümün önünde her şey silindi. Geri döndüm:
-Bre hayvanlar. Ölümü çiğnemeden bu kızlara elinizi dokunduramazsınız! Dedim. Önüme gelen ilk Fransız subayının üzerine atladım. Belindeki el bombasını alıp pimini çektim. Sonunu hatırlamıyorum. Altı subayın beşi ölmüş. Benim ise kızlara doğru olan kısmım kalmış. Subaylara dönük olan tarafım bombanın etkisi ile bu hale gelmiş. Kendimi kaybetmişim. Benden akan kanlar orayı göle çevirmiş. Öldü diye beni atmışlar. İşte bu yüzden bana Yılbaşı Çavuşu derler.
Ben muallimin evinde yılbaşı kutlanıyor diye söylenenleri duyunca önce inanmadım. Gelip şu Fransız müsveddesini elinde bardakla görünce beynimden vuruldum. Keşke muallimi böyle göreceğime öbür yanım da bombayla yok olsaydı!
Ailemde kutladığım ilk ve son yılbaşım bu oldu. Aradan kırk yıl geçti. Yılbaşı Çavuşunun dedikleri aynen çıktı. Dün bir basit eğlence olayı, bugün tam bir Hıristiyan yortusu haline geldi. Kesilen çamlar, altındaki hediyeler su gibi içki tüketimi bunu anlatmıyor mu?
Yılbaşı Çavuşu Müslüman kızlarımızın gâvur erkeklerinin yılbaşı eğlencelerinde kullanılmasına mani olmak için, vücudunun bir yarısını vermişti. Biz o kahraman gazinin çocukları, torunlarıyız. Onun vücudunun yarısını vererek mücadele ettiği eğlenceyi, şimdi bütün milli ve manevi duygulardan uzaklaşarak milletçe nasıl da içtenlikle kutluyoruz. Bizi affedecek misin kahraman yılbaşı Çavuşu?!... Affet ne olur... Kur’ân'ın ifâdesiyle "SAPMIŞLARIN YOLU"ndan gitmememiz gerekir…
Değerli okurlar, bizim de iktibas ederek, yer yer kısaltmak sûretiyle sizlere sunduğumuz bu hikâyenin, Merhume Ayşe GÖNEN Hanımefendiye âit olup, 1998 yılı ÇINAR dergisinde yayınlandığı belirtilmiştir.
Sözü bağlarken, bilvesîle, hepinize sıhhat-âfiyet, din-îman selâmeti üzre hayırlı, uzun ömürler diler, sevdiklerinizle berâber sonsuz mutluluklara erişmeniz niyâzıyla cümleye sevgiler, saygılar sunarız ves’selâm…