Bu yıl fındık bahçeleri sükût geçti. Ses yok, soluk yok. Fındık az olunca bahçeler şenlen(e)medi. Çünkü fındık, her şeyden önce, geçen senelerdeki ev sâhibi ve de misâfirlerini toplayamadı başına. Çoğu gurbetçiler fındık yok diye gelmediler. Güneydoğu ya da çevre il ve ilçelerden de yok denecek kadar az bir işçi akını oldu.
Bu sene köyde-çarşıda, yolda-izde üzerleri yük dolu amele minibüsleri görmedik. Aynı şekilde orda-burda, kıyılarda-köşelerde amele öbekleri, çadırlar ya da barakalara şâhit olmadık. Bu anlamda hiç bir yerde izdiham yaşanmadı. Biz de, yarım asra yakındır ilk defâ işçi istihdam etmeden çarşı amelesiyle mevsimi atlattık. Kendi arabalarıyla gelip toplayıp gittiler.
Genel anlamda, yerli ameleye dönüşün de tam olarak gerçekleştiği söylenemez. Kimisi 70’li, 80’li yıllarda olduğu gibi kendi imkânlarıyla topladı. Gerçi buna başakladı demek daha doğru olur. Çünkü, yöremiz îtibârıyla, önceki senelere göre başak miktârı bir mahsül söz konusuydu. O dahi olmayan, hiç amele sokulmayan, hattâ bahçeye hiç girilmeyen yerler, yöreler oldu.
ATA BİNECEKSİN, DALI KESECEKSİN!
Fındığın toplanma ve rekolte durumuyla alâkalı olarak kendimizden örnek vermek gerekirse, Ordu Bucak mahallesindeki bahçelerimizden muazzam fındık aldık. Eymür alt kesimdeki yerlerde ise orta fındık vardı. Ama, yukarı ev yanına çıktığımızda ameleye iş çıkmadığını gördük. Toplamaya ara vererek, 10 gün kadar sonra 5-6 kişiyle başaklama yaptırdık. Kimi kısımları şöyle bir dolaşmakla yetindik.
Aşağı taraflarda, Melet Irmağı’na yakın kesimlerde yerleri olmayan komşular kendileri şöyle bir dolaşıp hâllettiler bu seneki mahsûlü. Doğrusu, böylesini hiç hatırlamıyoruz. Hattâ, geçen gün annemle Şayıb’a, Gacaroğlu Adil Yeşilbaş Hoca’nın cenâzesine giderken yolda denk geldiğimiz Kelooo Sâlim Amca (Keskin) fındıklarının olmadığını, 80 küsur yıllık ömründe ilk defâ böyle bir durumla karşılaştığını, ayrıca, Karaağaç’taki yeğenlerinden alt taraftaki Hasan’larda fındık çokken, üst taraftaki Hüseyin’lerin bahçeye hiç girmediklerini, doğal bir espriyle ifâde etti. Velhâsıl, bu seneki vaziyet bu.
Hâl böyle olunca, kimi komşular, eskiden olduğu gibi birbirlerininden ödünççülük yaparak imece usûlüyle savdılar mevsimi. Komşular tekrar muhabbeti keşfettiler böylece bir nevî. Bir arada güle-oynaya, konuşa-şakalaşa, neşe ve mutlulukla topladılar fındıklarını. Bir-kaç harman birleşerek patozlar çağırıldı. Orada da ortak hareketler edildi.
Kısa geçmesine rağmen fındık mevsimi yine de fındık mevsimiydi. Her şeye rağmen az-çok koşuşturmalar oldu. Latîfeler yapıldı. Eskilerden beylik denilen türden sözler nakledildi. Amelenin daybaşısı, elinde girebi, bir yandan kurumaya durmuş ya da kırılmış dalları kesiyor, bir yandan da;
- Dedem derdi ki; DALI KESECEKSİN, ATA BİNECEKSİN, HANIMLA İLGİLENECEKSİN!
Tecrübe ürünü sözler. İlgisiz hiçbir şey güzel gitmiyor. Yine atalarımız ne demişler; BAKARSAN BAĞ, BAKMAZSAN DAĞ OLUR. Bu, her şey için böyle. Dolayısıyla bu yıl bahçelerin komple elden geçmesi gerekiyor ki, geçen gün sıcağı-sıcağına başlattık zâten. Yaprak daldayken daha isâbetli olacağını düşündük.
Bahçe muhabbetine dönecek olursak, Kayaboğazı denen bir yerimiz var. Köyün aşağı tarafında. Fındık iyi. Toplanıyor ama, aynı zamanda her sene olduğu gibi az-çok geride kalıyor da. Başak yapmaya çalışıyoruz, lâkin yetişmiyor. Bir şekilde yine de kalıyor. Eskiden kalabalıktık. Şimdiki gibi bahçeye gitmeme, başak etmeme gibi durumlar yoktu. Amelenin peşinden sıra tutulur, yetişmezse sonra tekrar gelinir bir şekilde hâlledilirdi.
ALLÂH BEREKET VERSİN DİYENLERE NE MUTLU!
Şimdi bahçeye gitmek lütuf sayılıyor. Gidenlerse, eskisi gibi tâkât getiremeyince de kendilerince birtakım felsefeler geliştiriyorlar. Yaptığımız kadar yapalım da, kalanları da komşu başakçılar alır, ya da börtü-böcek yer. Onlar da sebeplenir sonuçta, zayi olmaz ya falan gibisinden değerlendirmeler yapılıyor. Bu şekildeki yaklaşımlar, biraz züğürt tesellîsi kabîlinden belki ama bir gerçeğin de ifâdesi aynı zamanda.
Bu konuda tâvizsiz olmak, sizce nasıl bir şey? Acabâ bu, bir iş disiplininin ifâdesi mi, yoksa birazcık da olsa damakkârlığa, yâni tamahkârlığa, bir nevî açgözlülüğe, hattâ insanlara hak tanımamaya mı girer?
Her neyse, börtü-böcek dedik ama bu yıl insanların buna meydan vereceği yok gibi. fındık dolayısıyla köydeyiz ya, sabahları çarşıya inerken değişik yollardan gidiyorum. Önceki sabah Arpaköy, Altunyurt, Kuşgediği hattından geldim. Ama yol kenarlarında bol miktarda beli peştemallı genç-ihtiyar, kadın-erkek insanlarla karşılaştım. İnekleri de önlerine katmışlar bahçeye gidiyorlar. Haklılar. Öyle ya, fındık hatırı sayılır bir ürün. İnsanlar hâlâ beğenmeseler, gözlerini 15’e 20’ye dikseler de oldukça iyi para ediyor. Bunu bilmek, Allâh’a şükr’etmek gerekli.
ŞELEK ÂİLESİ, NAYLON GÂİLESİ!
Şelek, Göcek dedik. Bundan bir-kaç seneler öncesine kadar fındık mevsiminin vazgeçilmezlerinden olan bu âilenin en büyüğü HEY, ortancası ŞELEK, bele takılıp fındık toplananı GÖCEK. Bir de saplı olup küçük sepet niteliğinde olanı da GIDIK. Bunların hepsi de fındık çubuklarından örülüyor ve mevsim öncesi Ulubey Meydanı dâhil belirli yerlerde satılıyor ama artık bunlara rağbet eden yok. Yeni nesillerden bunları bilen de yok. Şimdi varsa-yoksa her şey naylon. Çuvallar öyle, tırmıklar, yabalar, bele takılan göcekler bile. İnsanlar da naylonlaştı mâlum. Her şey tabiatından uzaklaşıyor da inşâllâh rûhen hilkat ve fıtrattan uzaklaşmayız. Rabbim fert, âile, toplum ve millet olarak sonumuzu hayırlı eylesin.
Nice fındık mevsimlerinde hareket, muhabbet, bereket ve mutluluklarla buluşmak, hayırlarla kavuşmak üzere, âmin, âmin, âmin ves’selâm…